25 Ağustos 2012 Cumartesi

BUDİSTLER VE SİHİRBAZLAR DEŞİFRE !


İstidraç nedir ?
------------------





Allah'a isyanda çok ileri giden insanların, Allah'ın kendilerine verdiği mal, başarı ve sıhhat gibi nimetlerle isyanların daha da artırmaları ve sonuçta helâk olmaları.


Allah'a tam olarak itaat eden veya en azından iradelerini itaat yolunda azamî derecede kullanan kullar olduğu gibi; 


Allah'a isyanda, Islâm'a, dolayısıyla hakka, adalete, insanıyete, kısaca Allah'a kul olmaya karşı çıkışta ölçü tanımayan kişiler de vardır.


Bu iki gruptan birinciler Allah'ın velilerini oluştururken, 


ikinci grubu ise, ins ve cin şeytanlarının kendilerine sürekli olarak Islâm'a ve müslümanlara karşı çıkmayı ‚vahyettiği', gizli gizli fısıldadığı Şeytan'ın velileri oluşturmaktadır.


***Allah, velîlerine zaman zaman ikramlarda bulunur; Kâinatın işleyişinde kudretine perde yaptığı sebepleri onlar için bir derece ortadan kaldırıp, normal sıradan insanlara olağanüstü gelen bazı fiilleri veli kullarının elinde yaratır; ***


bu tür ikramlara Islâmî terminolojide' kerâmet' denmektedir ki, en büyük kerâmet de Sırat-ı Müstakım üzerinde sapmadan gidebilmektir.


Yukarda belirtildiği gibi, Allah'ın velîlerinin karşısında, Şeytan'ın velileri de vardı. Bunlar, sürekli olarak Allah'ın dinine ve bu din'in bağlılarına karşı çıkıp, savaş açarlar. 


Bu yetmiyormuş gibi, kendileri de bazen açıktan, bazen münafıkça bir tavırla -" biz ıslahçıyız " diyerek- yeryüzünde fesat ve fitne çıkarırlar. 


Bunlar, her şeyden önce ‚ fasık', yani her türlü günahı rahat rahat ve içlerinde en ufak bir burkuntu duymadan işleyen kimselerdir. Eğer bir memlekette bu tür kişilerin yaptıklarına ses çıkarılmaz, her türlü fıskları ve yaktıkları fitne-fesat ateşi söndürülmeğe çalışılmaz, daha açık deyişle, ‚ma'ruf' emredilip, ‚münker' yasaklanmaz; tam tersine ‚münker'ler emredilir, ‚ma'ruf' yasaklanırsa o memleket bir bakıma ‚helâki hak etmiş demektir. 


Bu şekilde helâki hak etmiş olan memleketlerde Allah, fasık, fitneci ve müfsit kişilerin sayılarını daha da artırır; çünkü, toplum iradesiyle artık bunu arzuluyor demektir ve bu yöne yönelmiştir.


Bismillahirrahmanirrahim

-----------------------------------

" Biz bir memleketi helâk etmek dilediğimizde, orada mütreflere (hayatı gaye edinenlere, bohem hayatı yaşayanlara, acımasız -sömürücü- mal düşkünü kapıtalistlere) emrederiz (onların sayılarını çoğaltırız) da, orada fısk ederler "(el-Isrâ, 16/ 17);


" Allah, zaten fasıklardan ve zalimlerden başkasını helâk etmez" (el-en'âm, 6/47; el-Ahkâf, 6/35). 


Ama bu helâk etme işi birden olmaz. Fitne ve fesadın kol gezdiği. İslam'ın unutulup horlandığı bir yere Allah önce uyarıcılar gönderir (es-Şarâ, 26/208; el-Kasas, 28/59). 


Fakat toplumda fitne ve fesadı körükleyen fâsıklar, zâlimler, tâğutlar, mütrefler uyarıcılara ve Allah'a dini'ne karşı cephe aldıkları gibi; çoğunluğu oluşturan yığınlar da genellikle sessiz kalırlar.


Bu durum, sözgelimi, Hz. Nuh'un kavminde olduğu gibi, gerektiğinde 950 yıl , yani uzun bir süre devam eder. bu süre içinde Allah tâğutlara, fâsıklara, zâlimlere, hak yola gelmeleri ve aynı zamanda da yaptıklarının helâki hak edecek seviyeye gelmesi izin mühlet verir. 


Onlar ise bu mühlet verişi anlamazlar, helâk olmayacaklarını, yap tıklarından hesaba çekilmeyeceklerini sanırlar. 


Ayrıca, belki hayatlarında bir kez olsun başları ağrımadığı gibi, dünya işleri oldukça yolunda gider;

en güzel evler onlarındır; en yüksek makamlarda onlar oturur; en iyi yiyip en iyi giyen ve en güzel kadınlara sahip olanlar onlardır :

" Eğer insanlar (hep küfre sapan) bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz o Rahman'ı inkâr eden (ler) in evlerine gümüşten tavanlar, üzerlerine çıkacakları merdivenler; ve evlerine (odalarına) kapılar ve üzerlerine yaslanacakları kolluklar ve altın zinetler yapardık" (ez-Zuhrûf, 43/33-35).





****Allah'ın kendilerine verdiği büyük nimetleri , sıhhat, kabıliyet , başarı, makam ve mevkileri; dünya hayatında çıkardıkları her türlü fısk, fitne ve fesatlarına, isyan ve fücurlarına rağmen başlarına ilahî felâketlerin gelmemesini, 


daha doğru deyişle gecikmesini haklarında hayır sanan Şeytan'ın velileri azgınlıklarında daha da ileri giderler ve sonunda helâktan kurtulamazlar.



Fakat, helâklerine kadar içinde bulundukları durum, Allah'ın onları aslında derece derece helâke götürmesinden başka bir şey değildir; yani sadece ‚istidrac'tır. 


Bismillahirrahmanirrahim

-----------------------------------
" Ayetlerimizi yalanlayanlar (a gelince); biz onlar bilmedikleri yönden istidraca tabi tutarız (derece derece helâke götürürüz) (el-A'râf, 7/ 192).





Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:


" Allahu Teâlâ'nın bir kula günah işlemesine rağmen dünyada sevdiği şeyleri ihsanda bulunduğunu görürseniz bilin ki o istidracdır." 



Hz. Peygamber sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: 


" Kendilerine hatırlatılanları unuttuklarında onlara her şeyin kapısını açtık. 


Nihayet kendilerine verilen nimetlere sevinip zevke dalınca onları azabımızla ansızın yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler. " (el-Enâm, 6/44) (Ahmed b. Hanbel, IV, 145).


Ayrıca mümin olmayanların, kâinattaki kanunlara aykırı olarak gösterdikleri hârikulâde hallere de istidrac denilmiştir. 



Meselâ ; Hind fakirlerinin uzun süre aç durmaları,


ateşte yürümeleri ve su içinde uzun süre havasız durabilmeleri ve vücutlarına şiş batırmaları gibi.


---------------------------------------------------------

KERAMET VE İSTİDRAÇ FARKI NEDİR ?
----------------------------------------------------------

İnsanlar tarafından birbirine en çok karıştırılan kavramlar arasında “keramet” ve “istidrac” ıstılahları bulunur. 


Görünüşte birbirlerinin aynı gibi görülen, hatta bu yüzden pek çok saf niyetli insanların aldanmasına yol açan, ama aslında birbirleriyle taban tabana zıt iki kavramdır.


Keramet sözlükte,

---------------------- ikram manasına gelir. Dini kavram olarak ise, mü’min ve sâlih bir kimsede meydana gelen harikulâde haller anlamını taşır. Ayrıca keramet, sûfilerin hayatlarında görülen harikulâde davranışlar olarak tarif edilmiştir.


İki çeşit keramet vardır;

--------------------------------

Kevnî (maddî–surî) kerâmet;

-----------------------------------

Deniz üzerinde yürümek gibi.



Hakîkî (ilmî–manevî) kerâmet; 

-----------------------------------------

İlim, irfan ve ahlakla ilgili kerametler gibi.

Kerâmet konusunda evliyâ ve tasavvuf erbabı arasında kabul gören temel kurallar şunlardır;


1-Kerametin gizlenmesi esastır. Zira keramet, Allah’ın bir lütfüdür. Kâmil insan onunla değil, sadece kulluk vazifesiyle ilgilenir.


Bu hususta şöyle denilmiştir :

-----------------------------------------------
“ Su üzerinde yürürsen saman çöpü olursun.

Havada uçarsan sinek olursun.


Bir gönül ele al ki adam olasın. ”



2-Keramet değil, istikâmet esastır. 


Velî kerâmeti gaye edinmemelidir. Kâmil mürşidlerin hepsinde keramet zuhur etmez. Ama istikamet üzeredirler.



3- Keramete değil, Şeriate uymak asıldır. Beyazid Bistâmî der ki:



“ Bir adamın havada bağdaş kurup oturacak kadar kerametlere sahip olduğunu gözlerinizle görseniz o adamın Allah’ın emirlerini, nehiylerini ve hudutlarını muhafaza ve Şeriata riayet hususunda nasıl hareket ettiğini inceleyinceye kadar ona inanmayınız. ”



4- Asıl keramet kötü huyları yok etmektir.



5- Keramet bir perde ve engel de olabilir. Keramete takılıp kalanlar gerçek vazifelerini ihmal ederler. 


Bu tehlikeyi sezen sûfîler, keramet vukû bulduğunda hiç olmamış gibi davranmışlardır.(1)



Kerametin bir benzeri olarak bazı olağanüstü özellikler bazan salih kimselerin dışında da görülebilmektedir. Bu gibilerde görülen böyle hallere “istidrac” denilmiştir.


KERAMET NEDİR ?

-----------------------


Keramet ile istidrac hem madden hem de manen birbirlerine zıttır. 


Öncelikle keramete bakacak olursak; Keramet, mucize gibi, Allah’ın fiilidir.


Keramet sahibi, kerametin Allah’tan olduğunu bilir ve Allah’ı kendisine bir himayeci ve gözetici olarak kabul eder. 


Bu yüzden tevekkülü ve imanı da fazlalaşır. Ancak, bazan Allah’ın izniyle gösterdiği kerametlerin farkına varabilir, bazan da varamaz. 


Aslında en uygun ve münasib olanı da farkına varmamasıdır.


İSTİDRÂC NEDİR ?

-------------------------

İstidrâc ise, gaflet içinde iken bir takım gaybî olayların ve hadiselerin insana görünmesiyle veya kendisinden bir takım garib fiillerin görülmesiyle gerçekleşir.


İstidrac sahibi, nefsine güvenmesi ve o olağanüstülükleri kendisine bağlamakla enaniyeti ve gururu öyle fazlalaşır ki,


‘İnnemâ ûtîtühû alâ ilmin’(2) demeye başlar.(3)



Görüldüğü gibi keramet ile istidrac arasındaki farkı ayırt edebilmek için eldeki en güvenilir ölçü, o kimsenin hal ve davranışlarıdır. 


İslam’ı yaşamayan, bir müslümanda bulunması gerekli özellikleri taşımayan fasık ve günahkâr kimselerde meydana geliyorsa, bu hal hiç şüphesiz istidractır.


KERAMET İSTİDRÂC’DAN NASIL AYIRT EDİLİR ?

----------------------------------------------------------

Keramet sahibi, İslami inançlara bağlı, şehevî ve nefsanî arzulardan uzak, gönül aynası berrak, namazda–niyazda olan kimsedir.



İslam âlimleri kerametin caiz olduğunu, bunun, velayet mertebesine ulaştığını iddia eden yalancıdan, gerçek olanı ayırmaya yarayan bir ölçü sayılabileceğini kabul etmişlerdir.



Tasavvuf erbabı, her ne kadar açıkça keramet göstermeye taraftar olmasalar da,


inançsızlara karşı gerçeğin üstünlüğünü göstermek ve istidrac ehlinin sihir ve etkilerini hükümsüz hale getirmek, 


mü’minlerin kalplerinde oluşabilecek bir takım şüpheleri izale edebilmek için kerametin ızharına, yani açıkça gösterilebileceğine cevaz vermişlerdir.(4)



Eğer bilmeyerek harika bir hale mazhar olur da, bunu kendi nefsine değil, Rabbine verirse, o zaman Allah’a olan güveni ve imanı daha da artacaktır. Böylelikle ihlasına da herhangi bir halel gelmeyecektir.(5)



Ahiretin sonsuz ve hiç tükenmeyen meyvelerini bu geçici dünyada yemek istemeyen büyük zatlar, 


çoğu zaman keramete mazhar olmayı istememişlerdir. 


Hatta en sıkıntılı anlarında dahi, hizmet, meşakkat, musibet ve külfetleri hep hoş karşılamışlardır. 



Asla hallerinden şikâyet etmemişlerdir.


“Elhamdülillahi alâ külli hâl” demişlerdir.



Bununla birlikte kendilerine keşif, keramet, manevî zevk ve nurlar ikram edildiği zaman, İlahî bir iltifat olarak kabul etmişler,


mümkün olduğunca insanlardan gizlemeye çalışmışlardır. Fahre ve böbürlenmeye değil, şükre ve kulluğa daha ziyade sarılmışlardır.



Bu hakikate binaen, velâyeti ve tarikatı isteyenler, eğer velâyetin bazı damlacıkları olan manevî zevkleri ve kerametleri esas hedef olarak kabul ederlerse, 


böyle bir hale mazhar olunca da kendini beğenmişlik hatasına düşerlerse,


bakî ve ahirete ait meyveleri geçici dünya hayatında yeme gafletine düşmüş olurlar. 


Bunun da ötesinde, velâyetin adeta mayası olan ihlası kaçırmakla kalmazlar, ellerindeki velâyet mertebesinden de mahrum olurlar.(6)



Kaldı ki kerametlerin çoğunluğu ihtiyarî olarak değil, irade dışı gerçekleşir. Umulmadık bir yerden, beklenmedik bir tarzda İlahî bir ikram olarak kendisini gösterir.


Yine keşif ve kerametlerin çoğunluğu seyr ü sülûk esnasında,


tarikat berzahından geçilmesi sırasında, maddî sınırlamalardan bir derece soyutlanmak sayesinde gerçekleşir.


Maddi alemde ise yine aynı tabiat kurallarına tabi olma söz konusudur.(7)


DİPNOTLAR:



http://www.facebook.com/ottomanm2d


kaynak :http://fikih.ihya.org/islam-fikhi/istidrac.html


1. Tasavvuf ve Tarikatler Tarihi, Dr. Mustafa Kara, 159–160, Istanbul–1985

2. “Bu Servet, bilgim sayesinde bana verilmiştir.” Kasas, 28:78
3.Bediüzzaman Said Nursî, Kaynaklı–İndeksli Risâle–i Nur Külliyatı (RNK), Mesnevi–i Nuriye, C.2, İstanbul–1996, s. 1360–1361.
4.Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatler, İstanbul–1990, s. 139.
5. RNK, Mektubat, C.1, s. 359.
6. RNK, Mektubat, C.1, s. 565.
7. RNK, Mektubat, C.1, s. 368.

Dr.Veli SIRIM

KERAMET ve İSTİDRAÇ FARKI 
---------------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder